Psikolojik Dayanıklılık Bir Kişilik Özelliği Olabilir Mi?

Psikolojik Dayanıklılık Bir Kişilik Özelliği Olabilir Mi?

Esra BİLDİK
Psikolojik Danışman

Yaşamımız boyunca hem bireysel hem de içinde yaşadığımız toplumla beraber etki alanı evrensel boyutlara ulaşan çokça travmatik olaya maruz kalabiliyoruz. Salgın hastalıklar, doğal afetler, kazalar, yas ve kayıp süreçleri bize aslında hayatın toz pembe olmadığının ve bu süreçler içinde yaşadığımız duyguların da hayatın bir parçası olduğunu kanıtlar nitelikte. Peki nasıl oluyor da bu zorluklar karşısında her birey farklı düzeyde etkileniyor? İşte tam da bu süreçte psikolojik dayanıklılık bu farklılaşmaların odak noktasına koyabileceğimiz bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Hunter (2001), psikolojik dayanıklılık kavramını genel olarak bir başarı ve uyum sağlama süreci olarak tanımlarken, Luthans ve arkadaşları (2007), kişinin engel, zorlanma, belirsizlik ve benzeri birçok olumsuz durumla baş edebilme ve başarılı olma yeteneği olarak tanımlamışlardır.


Çevremizde psikolojik dayanıklılığı yüksek ve zorluklar karşısında kendini toparlama gücü gelişmiş insanlara baktığımızda belirgin bazı özellikler gözümüze çarpar. Bu insanları daha dışadönük, etkili iletişim becerilerine sahip, içten denetimli, soğukkanlı ve olumlu bir benlik algısı gibi özelliklerle tanımlarsak yanılmış olmayız. Bu bireyler şüphesiz ki bu özelliklerinin farkında olup bunlara yön vermeyi becerilmiş ve zorluklar karşısında bu özelliklerini birer savunma mekanizması gibi kullanmayı sağlayan kişilerdir.

Peki psikolojik dayanıklılık bir kişilik özelliği midir yoksa yaşamda edindiğimiz tecrübeler ve zorluklar karşısında zamanla oluşan ve geliştirilebilen bir kavram mıdır? Her ne kadar bazı araştırmalar psikolojik dayanıklılığın genetik bir özellik olduğunu ileri sürse de yapılan çalışmalar psikolojik dayanıklılığın öğrenilebilir bir kişisel özellik olduğunu ortaya çıkarmıştır (Beardslee & Podorefsky, 1998). Bu yapının açıklanması amacıyla ortaya konan bir model hem kişisel hem de çevresel faktörleri birlikte ele almakta ve psikolojik dayanıklılığın; “kendilik algısı”, “gelecek algısı”, “yapısal stil”, “sosyal yeterlilik”, “aile uyumu” ve “sosyal kaynaklar” olmak üzere toplam altı boyuttan oluştuğunu öne sürmektedir (Friborg, Barlaug, Martinussen, Rosenvinge ve Hjemdal, 2005). Kendilik algısı, öz-farkındalık ile ilişkili bir kavram olup, temelde kişinin kendisine ve kim olduğuna yönelik düşünceleri ifade etmektedir. Gelecek algısı, olumlu bakış açısı çerçevesinde kişinin geleceğe yönelik algılarını kapsamaktadır. Yapısal stil, kişinin bir bakıma kendine güveni, güçlü tarafları ve öz disiplini gibi bireysel özelliklerinden oluşmaktadır. Sosyal yeterlilik, kişilerin çevreden destek görüp görmediğiyle ilişkili bir faktördür. Aile uyumu, kişinin ailesinden aldığı desteğe veya ailesi ile olan uyumuna işaret etmektedir. Son olarak sosyal kaynaklar ise kişinin sosyal ilişkilerinin gücünü göstermektedir.


Neler yapabiliriz?
İlk olarak kişi yaşadığı güç durumun üzerinde yarattığı etki konusunda gerçekçi yargılara varmalıdır. Bu aşamada kişi ‘’Bu yaşananlar benim günlük rutinlerimi nasıl etkiledi?’’, ’’Ailem ya da arkadaşlarımla olan iletişimim bu durumdan nasıl etkilendi?’’ , ‘’Geleceğe yönelik planlarım nasıl etkilendi?’’ şeklinde sorular sorabilir. Bu sorular bize yaşanan zorluğun boyutları ve kişiye ne hissettirdiği konusunda güçlü ipuçları verebilir.

Bazı değiştirilemez olan olayları kabullenmenin kendimizi toparlama gücüne olan etkisi yadsınamaz. Doğal afetler, salgın hastalıklar gibi durumlarda daha çok kolektif bir ruh hali ile düşünme eğilimindeyizdir. Kişi zor durumlar karşısında yalnız olmadığı hissini içselleştirebilirse psikolojik sağlamlığını sürdürme konusunda da o derece başarılı olabilir.


Psikolojik dayanıklılığı artırmada en önemli noktalardan biri de güçlü yönlerimize daha çok odaklanmamız ve bu yönlerimizi ortaya çıkaran çalışmalar ile kendimizi ortaya koymaktır. Bu süreçte dikkati ‘’bilinçli bir farkındalıkla’’ başka yöne çekmek kendimize yapabileceğimiz en önemli katkılardan biridir.


Bu süreçte yapılan en büyük hatalardan biri de kişinin normal yaşantısında gerçekleştirdiği tüm alışkanlık ve rutinlerini bozarak kendini olağandışı yaşanan sürece adapte etme çabasıdır. Örneğin dış görüntüsüne çok önem veren birinin kendi görünümüne olan ilgisini tamamen kaybetmesi ya da düzenli olarak işe giden birisinin yaşadığı motivasyon kaybı ve dikkat eksikliği, düzenli olarak kitap okuyan birinin bu alışkanlığını terk etmesi gibi örnekler ile karşılaşabiliriz. İşimiz ve günlük rutinlerimizin güç durumlardan etkilenmesi gayet normal karşılanabilir fakat bunların dozu ruh sağlığımızı bozacak düzeye ulaştığı zaman daha farklı sorunlarla da karşı karşıya kalabiliriz. Kişi normal yaşantısında güne nasıl başlıyor ve sürdürüyorsa bunu korumaya özen göstermelidir.


Psikolojik dayanıklılığı sürdürme ve koruma aşamasında bulunduğumuz şartları değerlendirebilmeli ve planlarımızı bu doğrultuda yapmalıyız. Geleceğe yönelik planlarımızın olması daha iyimser olmamıza ve geleceğe umutla bakmamızı sağlayarak şimdiyi daha yaşanılabilir kılar. Bu uğraşlarımız sürekli bir aktivite ile meşgul olma, hiçbir dakikayı boş geçirmeyerek sürekli bir şeyler için fayda gütme şeklinde anlaşılmamalıdır. Güç durumlar karşısında kendimizden ve başkalarından yüzde yüz pozitif bir ruh hali ve verimlilik beklemek doğru değildir. Bazen hiçbir şey yapmadan geçirdiğimiz günler bile kendimizi dinleme ve keşfetme açısından daha faydalı sonuçlar doğurabilir.

KAYNAKÇA
Beardslee WR, Podorefsky MA (1998) Resilient Adolescents Whose Parents Have Serious Affective and Other Psychiatric Disorders: Importance of Self – understanding and Relationship. Am J Psychiatry, 145:63-69.


FRIBORG, O., BARLAUG, D., MARTINUSSEN, M., ROSENVINGE, J.H., HJEMDAL, O., (2005). ‘’Resilience in Relation to Personality and Intelligence’’, International Journal of Methods in Psychiatric Research, 14(1), 29-42.


HUNTER, A. J. (2001). “A Cross Cultural Comparison of Resilience in Adolescents’’, Journal of PediatricNursing, 16, 172-179.


LUTHANS, F., AVOLIO, B. J., AVEY, J. B. ve NORMAN, S. M. (2007). “Positive Psychological Capital: Measurement and Relationship with Performance and Satisfaction”, Personnel Psychology, 60(3), 541– 572.

Bir yorum

  • Esra Hanım, öncelikle bu düşündürücü yazı için teşekkür ederim, emeğinize sağlık. Sonralıkla, her ne kadar üzerinden 14 ay gibi cüzî bir zaman geçmiş olsa da güncelliğinden pek bir şey yitirmemiş bu makalenin konusu hakkındaki bazı fikirlerimi belirtmekte yarar görüyorum. Aslında dayanıklılık üzerine çok uzun bir müddet kafa yorduğum bir mefhum; ismimin Metin olmasıysa tamamen tesadüf. Hadi bakalım, inşallah resilience derken rezil olmam.

    Yaşamımızda ister istemez yer alan salgın ve doğal afet gibi felaketlere karşı dayanıklı bir ruh sağlığına sahip olmanın yolu, nesnel gerçekleri kabul ederek, içinde bulunduğumuz doğayla sağlam bir bağ kurmaktan geçer. Hakikati reddederek en fazla kendimizi kandırabiliriz; inkârcılık metânet değildir. Dünyanın bize ait olduğu yanılgısından kurtularak, bizim dünyaya ait olduğumuzun daha doğru bir sav olduğu düşüncesiyle hareket etmek gerçeklere yaklaşmamızda bize kolaylık sağlayacaktır. Tüm önyargılar ve bize yakın çevremizden miras kalan temelsiz sanrılardan (bias) bağımsız olarak zihnimizi kullanabildiğimizde, öğrenmenin ilk koşulu olan, cehaletimizi kabul etme cesaretini sergileyebiliriz.

    Zihnimiz dışında yer alan nesnel bilgiyi alıp özümseyerek onun bizi olgunlaştırmasına izin vermek, ister istemez bizi ileri götürecektir. Mâmâfih hakikatin peşinden gitmek şöyle dursun, apaçık ortada olan gerçeği kabullenmek bile çoğu zaman kolay değildir. Doğru olandan ziyade doğru olması istenene meyletmek, bizi yalanlarla yaşamaya mahkum ederek, tecrübe edeceğimiz gerçeklere karşı zayıf kılar. Bu durum kolektif bir hâle büründüğünde sürekli birbirini aşağı çeken bir toplum görürüz, fakat bu hususa daha sonra değineceğim.

    Öğrenmedeki en mühim süzgeç elbette akılcı eleştiridir. İçinde bulunduğumuz doğayı izah etmek için envaiçeşit anlatı üretilmiştir, hatta herkes yaşadığı en azından bazı olayları açıklamak için kendince bir şeyler uydurmuştur. Hayat devam ederken başımızdan geçenleri kafamızda bir şekilde bir temele oturtmak için bu kaçınılmazdır; ancak bu anlatılara sorgulayıcı yaklaşmazsak yine kendimizi gerçeklerden soyutlayarak dayanıksız hâle getiririz. Akıl, düşünme yetisine sahip herkesin doğayı anlamadaki en temel aracıdır.

    Aklımızı kullanarak doğayı kavramaya başladığımızda ilk gözümüze çarpan şey, zamandır. Öyle ki, artık buradaki “dayanıklılık” kelimesi için karşılık olarak “resilience”tan ziyade “endurance”ı doğru buluyorum. Sürekliliği esas almamış bütün sistemler çöker. Kendi geçmişini geride bırakamadığı için gelecekten umudu kesen insanlardan, tarihteki çağın gereklerine ayak uyduramayıp yıkılan devletlere kadar bu böyledir. Önemli olan birincilik değil, ileri gitmektir ve bu nedenle ihtiyaç bilge değil, öğreniyor olmaktır. Yalnızca kendimizi sürekli geliştirip sağlamlaştırırsak; biraz edebî bir dille ifade edersek, zaman gelmeden biz ona gidersek dayanmak mümkün olabilir.

    Buraya kadar dayanıklılığın tamamen bireysel yönünden bahsettik; peki bunun toplumsal boyutu nasıldır? İşte ona karar vermek oldukça güç, çünkü bireyler birbirlerinden farklılardır ve birbirlerine istemsizce, hatta bilinçsizce de olsa zarar verebilirler. Unutulmamalıdır ki bağımsız düşünebilen bir birey olmak, kendini sadece birilerinin yakını veya bir kümenin elemanı olarak görmekten çok farklıdır; bunun için en başta hem kendi sanrılarımızı, hem de toplumun bize dayattıklarını bir kenara koyarak kendimizi tanımak için çaba sarf etmemiz elzemdir. Aksi takdirde kendimizi dış görünüşümüz, toplumsal statümüz veya sosyal medya hesabımız gibi şeylerden ibaret sanarak yanılsamaların ötesine geçemeyiz. İlaveten yakınınızdaki insanlar da sizi tanımakla mükelleftirler, toplumdaki herhangi birine benzemeniz gerektiği gibi bir kaide yoktur. Sürekli birileriyle beraber olmanız da ruhen yalnız olmadığınızı göstermez; bir sorunu örtbas etmek onu çözmekle karıştırılmamalıdır. Ayrıca etrafınızdaki kimselerin dayanıksız olması da sizi zayıflatabilir, bu nedenle doğal olarak kendinizi yalnızlığa itilmiş halde bulabilirsiniz. Neticede herkesin kendine has bir zihninin olduğunun farkına varmanın yarar getireceği kanaatindeyim, öte yandan size değer veren hiç kimse sırf kendi zarar gördüğü için sizin de zarar görmenizi istemez.

    Kendi düşüncelerimi derleyerek yazdım, okuduğunuz için müteşekkirim.

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.