BÜYÜT, SEV VE BİRGÜN ÖZGÜR BIRAK!

BÜYÜT, SEV VE BİRGÜN ÖZGÜR BIRAK!
Yasemin ŞENGÖR
Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bilim Uzmanı
Hafızam yanılmıyorsa ilkokul 2. sınıftayım. Birgün babam, bir kutuda iki ipek böceği tırtılıyla geldi.
Tırtılları besleyip büyüteceğiz, tırtıllar koza örecek, sonra kozadan kelebek olup çıkacaklar.
Ne çok sevmiştim, o iki tırtılı. Tabii o zaman Aydınlıkevler’ deyiz, şimdikinden yeşildi Ankara. Okul yolumuz üzerinde kocaman bir dut ağacı vardı. Her gün dut yapraklarıyla dönerdim, eve.
Tırtıllarım günden güne büyüyüp şişmanladı. Sonra birgün her biri bir köşede kendilerini incecik beyaza çalan bir iple kuşatmaya başladılar. Günden güne etraflarına ördükleri sapsarı, minik bir kozanın içinde kaldılar. Tırtıllarım gittiği için üzülmüştüm. Ama babam, kelebek olup geri geleceklerini söyledikçe heyecanlı bekleyişim artıyordu.
-Tırtıllarım öldü mü baba!
-Tırtıllarım ne zaman gelecek baba!
Zamanı geldiğinde, sarı kozalarda ufak bir delik açıp gün yüzüne çıktılar. Evet, o şişman tırtıllar kozanın içinde bir ufacık kelebek olmuştu.
Daha ilk gün, ‘artık onları bırakalım’ dedi babam. Kısacık bir ömürleri var, uçmalılar.
-Hayır, dedim! Hayırım kesindi… Kimse baş edemedi.
Kelebeklerim benimdi, onları bırakmayacaktım. Benimle kaldıkları sürece, asla ölmeyeceklerdi. Hem uçmayı bilmiyorlardı daha, uçmaya çalışırken kocaman bir arının onlara saldırmayacağı ne malumdu!
Çok yaşamadılar, birkaç gün gibi hatırlıyorum. Üstelik tırtılken iştahla saldırdıkları dut yapraklarını yemediler bile! Kelebeklerim öldü!
Çok üzülmüştü çocuk kalbim. Küçük sarı kozaları yıllarca sakladım. Bir yığın minnacık yumurta vermişlerdi, birgün o yumurtalardan yeni tırtıllarım olacak sandım. Büyüdükçe, daha başka bir şeye, minik kelebeklerimin uçmasına izin vermediğime üzüldüm. Onlara istedikleri gibi bir yaşam hakkı tanımamıştım…
İşte ben orda öğrendim, gerçek bir sevginin kendini bütün bencilce duygulardan arıtabildiğini ve yeri geldiğinde sevdiğini özgür bırakabilmek olduğunu.
Velilerime verdiğim seminerlere bu öyküyle başlıyorum. ‘Ne ifade ediyor, sizin için’ diye sorarak devam ediyorum, bir velimin sözlerini hiç unutmadım:
-Çocuklarıma karşı, kelebeklerinden bir türlü kopamayan o küçük kız çocuğu benim!
Velilerimi anlıyorum. Anne değilim ama bir teyze ve bir hala olarak da o korumacılığı anlamak mümkün. Böyle karanlık ve kötü bir dünyada çocuklarımızın ardında hep bir gölge gibi kalarak, onu bütün kötülüklerden sakınacağımızı sanıyoruz. Bir yere göndermeyince, dizimizin dibinden ayrılmayınca, özgür bir şekilde kararlarını vermesine imkan vermeyince ona hiçbir şey olmayacak sanıyoruz. Bu tutum, bütün bir ömre yayıldığında bir yetişkin için karabasana yol açabiliyor. İrademizi, hep çocuklarımızın iradesinin yerine koymaya çalışırken, kendimizi neredeyse 30 yaşına gelmiş evladımızı, akşam hava kararır kararmaz ‘biraz gecikmedin mi?’ diye ararken bulabiliyoruz.
Oysa şimdi adını hatırlayamadığım bir filmde duymuştum:
‘Beni dünyanın kötülüklerinden tamamen kaçıramazsın, anne!’
Onu dünyanın bütün kötülüklerinden kaçırmaya, sakınmaya, istediğiniz kalıplara sokmaya ve dilediğiniz kişi olmaya zorlarken; hayatı boyunca bir kere bile kanat çırpmadan ölüp giden kelebeklere benzetiyorsunuz!
Velilerime hep şunu söylüyorum:
Siz nasıl bir hayat yaşamış olursanız olun, çocuklarınızı farklı bir hayat bekliyor. Onları, hayata hazırlamanın en güzel yolu, dozajında bir korumacılığı bırakmadan, birey olmalarına izin vermektir!